24 Haziran 2008 Salı

Üç nokta (...)

"Neden bu kadar üç nokta (...) kullanıyorsun?" diye sordu bir arkadaşım. "Artık üç nokta gördüğümde aklıma sen geliyorsun." dedi. "Söylenişi de yazılışı kadar manidar olsa, lakabım olabilirdi desene." dedim ben de.
İmla kurallarına, noktalama işaretlerine elinden geldiği kadar dikkat etmeye çalışan, hatta bazen sırf bu yüzden, bütün kelimelerin anlamlarını ve yazılışlarını kaybeden biri olarak, bunu bilinçsiz olarak yapmıyorum tabiki.
Birkaç farklı nedenle kullanılır üç nokta. Ama bana en yakını, kendini çoğunlukla eksik hisseden biri olarak, tamamlanmamış cümlelerin sonuna konuluyor olmasıdır galiba. Çoğunlukla yazdıklarımın da eksik olduğunu düşünürüm ben. Derdini anlatan cümleler içermesine, içinde doğru tanımları bulundurmasına rağmen, yine de birşeyler eksik gelir hep. Benim hissettiğim bu eksikliği, tıpkı yazının içinde anlattığım tüm diğer duygularım gibi, açığa vurmak için kullanırım üç noktayı. Yani bir nevi kendimi anlatma yöntemimdir bu.
Bir de tabi suskunluğum... Kızdığında, üzüldüğünde suskun kalan ben, suskunluğumu dile getiririm bu yöntemle. Kızdığımda sorduğu sorulara yanıt alamayan herkes bilir bunu maalesef. Öyle zamanlarda ne kadar sevimsiz olduğumu anlatır üç nokta. Galiba gerçekten kendimle özdeşleştirebilirim ben, bu noktalama işaretini. Ne çok ortak özelliğimiz varmış meğer kendisiyle. Bugünden itibaren ilanımdır efendim, muadilimdir üç nokta...

Haziran/2008

Hiç yorum yok: