26 Aralık 2007 Çarşamba

Takvimlerden haberin yok mu?

Bir zamanların şenlikli, belki de bazen, ses ve karmaşanın merkezi olmasından bıkılmış eski bir ev. Karşıda dağlar, diğer köyler; sağ tarafta o tanıdık elma ağacı.
Kapının girişinde, güneşi yolcu eden ev sahibi gibi bir bekleyiş var.
Ailedeki yaşlılar teker teker göçüyorlar bu diyardan, kalanlar ise yaşlanıyor. Genç nesil, başka şehirler seçiyor, hayatını sürdürmek için. Ve sonuçta kaçınılmaz bir yalnızlık ve ıssızlık yeri oluyor buralar. Kalabalık, eğlenceli sofraların kurulduğu o ev olmaktan artık çok uzak.
Bahsettiğim bir köy evi, bizim köyde bulunan. Dün gece, ansızın bir rüyanın ortasında, kendimi orada buldum. O kadar sessizdi ki, ürktüm. Aslında ben korkmazdım sessizlikten. Belki de korkutan sessizlik değil, oraların bu hale gelmesiydi. Yani delicesine akıp geçen zaman korkuttu beni. Ne çabuk geçmişti onca yıl, hiç farkına varmadan. Her şey nasılda hızla uzağımızda kalmıştı.
Annem mesela. Ben hep aynı yaşta, hep aynı görünüşte kalacak sanırdım annemi. İğneye iplik geçirmekte zorlandığında ya da bir şey yapabilmek için gözlüğe gereksinim duymaya başladığında, durup "buralara ne zaman vardık ki?" diye sormuştum kendime. Bilmiyordum, bilmiyorduk. Hiçbirimiz farkında değildik çünkü. Ama zaman geçiyordu. En sıkıcı anlarda geçmiyormuş gibi gelmesine rağmen hem de. Şimdi neyin hesabı bu tuttuğum, onu da bilmiyorum.
Kimliği belirsiz yarınların hapsettiği bir gelecek var önümde. Yeni bir yıl daha geliyor yine. Unutmadığım, unutamadığım, yaşadığım her şey heybemde. Yeni umutlar, yeni heyecanlar düşlüyorum şu gelen yılın arifesinde.
Umarım düşlerimiz kadar özgür ve mutlu yeni zamanlar ayırabiliriz kendimize, geçen yılda olduğu gibi çok geç kalmadan. Unutmayın, bu yıl da yine çok hızlı akacaktır zaman.

Aralık/2007

22 Aralık 2007 Cumartesi

Bayramlar bayram olsa...

Kimsenin anlam veremediği bakışlar, alabildiğine bir deniz manzarasında dolanan. Aranan bir bayram havası, bayram kokusu.
Bir omuza yaslamak varken, bir vapurun penceresine dayadığı dirseğinden güç alan ellerine yasladığı başını, bir bayram coşkusuyla kaldırmak isterdi o da, yastığından. Ama olmuyordu nicedir. Gidilemeyen, uzakta bir yer gibi duymak istediği heyecan. "Yol yokuş, yük ağır", istese de gidemiyor insan.
Cıvıl cıvıl ama birbirine aman vermeyen üç küçük arkadaş var yanımızda. Anneleri, muhtemelen arada bir, "büyüselerde biraz rahatlasak" diyorlardı. Ama büyüdükçe, onlar çocuk sevinçlerinden uzaklaşacak, anneleri ise daha başka ve belki daha zor problemlerle karşılaşacaklardı. Onun ise tek bildiği, bayramın artık sadece bu ufaklıkları mutlu ettiğiydi. Belki yokluk, yoksunluk; belki yalnızlık, uzaklık; belki de daha başka nedenlerden tadı yoktu bayramların.
"Hiçbir zaman hayat bayram olmadı
ya da her nefes alışımız bayramdı." diye mırıldandı içinden.
Ya herşey manasız, tadsız; herkes mutsuzdu ya da dün izlediği mahkumlarla yapılan röportajda farkettiği gibi, özgürce aldığı her nefes bayramdı.
Bir apartmanda çaldıkları kapıdan, çikolata ya da şekerle değil, harçlıkla ayrılan çocukların neşeli fısıldaşmaları; yeni kıyafetlerinin mutlulukları sadece, bize bayram olduğunu anımsatan. "Bayram" hala çok neşeli ve mutlu bir kelime. Ah bir de bayramlar bayram olsa...

Aralık/2007

12 Aralık 2007 Çarşamba

Ayrılık...

Dinlediğim bir ayrılık hikayesinin yansımasıdır yazdıklarım. Sahibine ithafen...

Başka yollar düşlüyormuşuz seninle, bambaşkaymış isteklerimiz. Halbuki en başında, baktığımız farklı yönlerin buluşacağı renkli bir hayat resmi yapabileceğimizi ummuştum. Daha doğrusu bunu beraber umuyoruz sanmıştım. Anladım ki, bu resmi sadece ben boyamışım.
Büyük hatalarım oldu benim. Sadece sevgi yeter, seni bu kadar seviyorken bütün problemler geçer sanmıştım. Oysa ne aptalmışım. İlişkiyi başlatmak için verdiğin mücadeleyi, yaşadığımız her anda yüzüme vurmuşsun sen, bunun öcünü alır gibi davranmışsın. Seninleyken herşeyi erteliyordum ben, sana olan kızgınlıklarımı bile ertelemişim, kızamamışım sana.
Tanıdığım; akan, dökülen yerlerini bildiğim bir sığınak sanmışım seni. "Yanlış anlamışsındır." diyor, seni tanıyan herkes. Tıpkı benim gibi sana güveniyorlar. Keşke bu kadar basit olsa herşey. Birgün yaşadığım herşeye bu kadar yabancı kalabileceğimi tahmin bile edemezdim. Neden biriktirmişim ki bu kadar şeyi.
Mücadelenin de, mutluluğun da tek başına yaşandığı bir ilişkiymiş bizimki. Maalesef ki, herşeye rağmen özlüyorum seni, ne acı.
Sevgimle yaşadıklarımın kıskacında geçiriyorum günlerimi. Neye mal olursa olsun, bitmeli içimde bulunan sevgin. Kolay kazanılmış paralar gibi kolay harcamak, tüketmek istiyorum. Yok etmek istiyorum, bir daha hiç bulunmamacasına. Bir yandan da sinir olduğun, kızdığın şeyleri yapmak; canını yakmak istiyorum.
Nedir bu karmaşa, ne hale getirdin beni? Tanıyamıyorum artık kendimi. Göremiyorum baktığım aynalarda, bulamıyorum söylediğim kelimelerde ya da davranışlarımda.
Hiç bana benzemiyor yokluğundan arttırdığım halim.
Senden ayrılmak, çok zormuş be sevgilim!

Aralık/2007

10 Aralık 2007 Pazartesi

Ne geçmiş tükendi, ne yarınlar...

11 Aralık...
Aslında bir farkı yok diğer günlerden. Benim için mahsup etme zamanı, kötülükleri iyiliklerden.
Bir envanter çıkardım, geçen yılıma ait. Giderek daha garip bir hal alıyor doğum günleri. Hayır, yaş korkusu değil; belki de henüz değil demeliyim. Önceden beklentilerim olurdu özel günlere dair. Farkettim ki, artık hiçbirşey beklemiyorum. Belki de bu yüzden, ilk defa bir doğum günü pastasını üflemek, benim için sürpriz oldu ve gördüğümde, ağlamaklı oldum.
Keşkeler, acabalar, belkiler, imkansızlar; vuruşup, yenişmeye çalışıyorlar aklımda. Bak bir yıl ne de çabuk geçti, bu kadar karmaşaya zaman yok aslında. Anlayamasamda neden bu acele, bende sürükleniyorum esen rüzgarla.
Doğum günleri, uzun yolculukların ihtiyaç molaları gibi artık. Ya da soluk soluğa yürünmüş yolların, nefes alma araları. Kaldığım yerden devam ederken; bana güç, mutluluk veren, gördüğüm bütün güzel yüzlere, teşekkürü bir borç bilirim. İyi ki varsınız, iyi ki...

Aralık/2007

5 Aralık 2007 Çarşamba

Koru Beni...

Sokaktan, anneye söz verildiği saatlerde dönülmeyen zamanlar. Oyunun tadına doyulamadığı güzel zamanlar hani.
Annem, "saat kaç oldu, nerdesiniz?" deyip içeri girdikten sonra, kuzu kuzu evin yolunu tutarken; kapıyı çalmadan, ufaktan bir tartışma başlatırdık kardeşimle aramızda. Önceden konuşulmuş olmamasına rağmen, imzalanan bir antlaşmanın gereği gibi, birbirimize atılan bir bakış, "koru beni" demek gibiydi. Bir tartışma yaratırsak, eve geç girmiş olmamızın önemini yitireceğini düşünerek, söylerdik içimizdekileri bir güzel. O duygu dün yaşanmış gibi taze hala. Bir kokuyu almak ister gibi, gözlerimi kapatıp arandığımda bulduğum.
"Koru beni", bir savaş filminin repliği gibi duruyor daha çok. Koruma, savunma refleksiyle bütünleşmiş biri olarak, bana öyle gelmesi doğal belki de. Ama sevgiyle söylenmiş olanına gıpta ediyorum yine de.
"...
Gün gibi aşikar, zaman kadar çaresiz
Umulmadık zamanlardır katilim.
Farkına varmadan çoğalırken dertlerim,
Tüm bunlardan koru beni.
...
Acımasız sonbahardan, içimdeki korkulardan,
Paramparça sevdalardan koru beni." diyor şarkı.

İçimde görünmeyen bir yere sakladığım korunma istemini harekete geçiriyor okuduğumda. Hayalini kurduklarımı seriyor göz önüne. Filmlerden, kitaplardan, şarkılardan biriktirdiklerimi de katıyor ardına, yakınlaştıkça çoğalan bir çığ oluyor.
Tutunacak bir dal aramak gibi bu. Kötü bir günün tam ortasındayken, sevdiğin birini ya da kavuşmayı beklediğin mutlu bir haberi düşünmek gibi. Kötülüklerden korunmak için, sevdiğin şeylere sığınmak gibi.
Bir daha ne zaman bunu söyleyecek kadar güvenip, üstüne de sevgimi katacağım acaba?
Çok mu imkansız?
Yapmayın, bu kadar acımasız olmayın...

Aralık/2007