8 Nisan 2008 Salı

Bir hastane koridorunda

Gözlerim ağrıyor uzun zamandır. Ağrıyı duyumsadığımda, kapatıyorum gözlerimi ve ağrının tam olarak nerede olduğunu kestirmeye çalışıyorum. Çok garip bir ağrı bu. Bazen yoğunlukla gözlerime baskı uygulayan ve başıma vuran, bazen gözüme bir şey dokunuyormuş gibi kısa süreli, bazen de sızı gibi sürekli.
Gözlerim için gittiğim doktor muayenelerinden birşey çıkmayınca, beni nörolojiye yönlendirdi en son muayene eden doktor. Nihayetinde kendimi bir hastanenin nöroloji bölümünde buldum. Doktor hanım "kronik yorgunluk" teşhisi koydu yüzüme bakarak. Bir antidepresan ve bir ağrı kesiciyle çözdü işi kendince. Kendince diyorum çünkü, ben sürekli ilaç kullanmak istemediğim için ağrının nedenini öğrenmeye çalışıyordum. Oysa yine bir ağrı kesici çözümü önerilmişti bana. Antidepresandan hiç söz etmiyorum bile, kullanmayı düşünmediğim için.
Koridorda sıramı beklerken, iki hanım ile birlikte, yaşlı bir amca geldi. Amca ile hanımlardan biri yanımdaki boş yerlere oturdular, diğer hanım ise odanın kapısında beklemeye başladı. O sırada amca; "neyi bekliyoruz?" diye sordu. Yanımdaki hanım; "Önce kayıt yaptıralım, ondan sonra çağıracaklar." dedi.
Muayene için önce randevu alınıyor, sonra hastane girişinden barkod alınıyordu. Bunları biliyordum ama bölüm içinde tekrar kayıt yapıldığından haberim yoktu. "Burada tekrar kayıt mı yapılıyor?" diye sorduğumda, yanımdaki hanım, kafasını "hayır" anlamında salladı. Ben de daha fazla üstelemedim.
Ayakta olan hanım girdi odaya önce. Biraz zaman sonra çıkıp amca ile diğer hanımı içeri çağırdı, kendi çıktı. "Babam alzheimer hastası. Durumunu onun yanında anlatmak istemiyoruz doktora. O yüzden birimiz önce girip konuşuyoruz, sonra içeri alıyoruz onu." dedi. "Geçmiş olsun" diyebildim sadece, hanım da teşekkür ederek içeri girdi tekrar.
Saklı kalması gereken ya da öyle olmasını istediğimiz bir şeyler olurdu hep. Bazen bir hastane odasını, bazen bir defter arasını, bazen kaçırılan bakışları mesken ederdik saklananlara. "Hastalık" dediğimiz şey de, vücudumuzun sakladıklarından meydana gelmez miydi zaten?

Nisan/2008

2 Nisan 2008 Çarşamba

Birinin gözü yollarda, birinin kendisi...

Şimdi sen, bir tren garında ya da bir otobüsün cam kenarındasın. Belki bulunmak istemediğin bir yerden ayrılıyorsun, belki de mecburi bir ayrılığın arifesindesin. Hatırlamak istemediğin anılara sakladın geride bıraktıklarını ya da sen oldun anılarda bile hatırlanmak istenmeyen.
İşte bu yüzden, yeni yollar çizip kendine, yeni hayatlarla rastlaşmak ve belki de, bazılarında sağlam yerler bulmak için geliyorsun. Hatalarından ders almış ama aynı hataları yapması muhtemel; iyi niyetlerini kurban ettiği zamanlardan alacaklı ama nedense, birilerine, birşeylere hep borçlu bir yolcusun şimdi.
Tanımıyorum seni, belki de hiç tanımayacağım. Bir gün yürüdüğüm yolda yanımdan geçen biri olacaksın, başka bir gün de kaçırdığım otobüste giden yolculardan biri. Bazen de farklı zamanlarda, aynı masalarda oturmuş olacağız; aynı manzaraya bakıp, benzer şeyler düşlerken.
Sadece bir ihtimal ya tanışmam seninle ve bir tarifin yok ya hani; o yüzden sana anlamlar yüklemek çok kolay. İstersem en sevilesi, en ulaşılmaz olursun sen. İstersem en bunaltıcı, en anlaşılmaz. Hem hiçbir zamanda okuyamayacağın için bu satırları, benim de hiçbir sorumluluğum nasılsa olmaz. Hep düşlediğim o sorumsuz tavırları takınacağım sana yazarken. Ve alaycı, vicdan yoksunu biri olarak seveceğim seni; çok seveceğim ama. Sevgimden görmeyecek dünyayı gözüm. Kelimelerle anlatmayacak, bir koruma kalkanı oluşturacağım gerektiğinde.
Yanlışları düzeltilmiş, bazı doğrularının anlamları değiştirilmiş biri olurum ben de. Başka bir kimlik, yeni özellikler, yeni alışkanlıklar edinirim. Çünkü senin gibi yalnız bir yolculuktayım bende nicedir. Bazen mutlu, bazen umutlu, çokça da suskun ve durgunum. Suskunluğumu bozmak, içimdekileri anlatmak ister miyim bilmiyorum. Ne zaman kendimi anlatsam birine, ya üzüldüm, ya üzdüm. Bu sefer kimseye zarar vermeden anlatabilir miyim diye tereddütüm.
Oysa düşünmek yok konu sen olunca, hesap etmek yok. Akıntıda sürüklenen herhangi bir nesne olacağım ben. Ya da hiçbirşey olmayacak. Sen hiç gelmeyeceksin, her nerdeysen. Değil aynı yollardan geçmek, aynı şehirde bile olmayacağız belki. Belki de bütün yolculuklar hayal. Aynı şehrin büyüttüklerindeniz biz.
Arıyor muyum seni? Hayır aramıyorum. Bekliyor muyum peki? Beklemiyorum da. Sadece, giderek düşlediklerimin daha da uzağında olan insanlarla karşılaşmak, ümitsiz yapıyor beni. Ve sanıyorum ki, hiç bulamayacağız birbirimizi...

Nisan/2008