26 Ekim 2007 Cuma

Öylesine...

Her sabah yürüdüğüm yol, bindiğim otobüs, gördüğüm insanlar. Hemen hemen, hep aynı şeyler. Otomatiğe alınmış gibi devam eden hayatlar.
Ben otobüse binerken, durakta bekleyen hoş çocuk; bir sabah poşetlerini tutmasına yardım ettiğim için, aramızda sessiz bir yakınlık oluşan hanım; yüksek sesle konuşup, bütün otobüse hayatlarıyla ilgili detaylar veren iki sevimsiz kız
(Hele de keyifli bir kitabı okuyorsam, daha da çekilmez oluyorlar. Tıpkı bu sabah olduğu gibi.); "dünya dünya yalan dünya, bir kız sevdim adı derya" diye çalan telefonunu açıp, yol boyu sevgilisi derya ile konuşan çocuk; Ulus'ta bir evin önünde, arabada beklerken, bulmaca çözen amca. Gerisi kalabalık, tartışma. Bilindik, İstanbul toplu taşıma yolculuğu çilesi.
İşyerime varıp, masama oturduğumda, maillerime baktıktan sonra baktığım ilk yer, son günlerin gözdesi facebook. İnceliklerini tam olarak bilmesemde ve iş, "gerçek hayatımızdaki insanlara yeterince vakit ayırdıkta, sıra eski ve yenilere mi geldi?" durumuna varsa da, liseden bir arkadaşımın, beni nasıl bulduğunu anlatırken söyledikleri de gerekli hayatım içinde, diyorum ben. Onun zaten liseden beri görüştüğü diğer bir arkadaşımız bulmuştu beni ilk. Aralarında konuşurlarken, benim ismimi söyleyip, "onu da buldum." demesi, hem çok hoş, hem çok garip gelmişti. Aradan onca yıl geçmesine rağmen, ismi ile soyadı birer ünlü isimmiş gibi hatırlanan arkadaşların ve hatıraların, hafızadaki yerinin farkına varmak güzel. Benim ki gibi soluk bir okul yaşantısının bu kadar rengi olabiliyorsa, ne hikayeler çıkar bu facebook bilmecesinden kimbilir.
Masamın hemen yanında ki büyük camdan gördüğüm kadarıyla, gökyüzü mavi bugün. İşte devlet gökyüzüne de yol yapıyor. :) Bunu Volkan Konak programında anlatmıştı. Babaannesiydi sanırım, geçen uçakların gökyüzünde bıraktığı beyaz toz bulutu için, "Kurban olduğum devlet, gökyüzüne de yol yapayi." dermiş. (Gökhan, bu "Volkan" mevzusu en çok sana dokunur, eğer okursan, biliyorum. Hala aynı şeyleri düşünüyorum, değişen birşey yok, bilesin. İnsanı zenginleştiren, hayatın her kolundan biriktirdikleridir, diyorum sadece sana. :) )
Kızgınlıklarımdan arınmış değilim ama kızgında değilim. Herhangi bir hüzüne takılı kalmış değilim fakat mutlu da değilim. Hani bir şarkıya takılıp, her fırsatta onu dinlemek, gözlerini alamadığın bir manzarada içini temizlemek gibi çok kolay gerçekleşecek isteklerim var bugün.

"Soytarılık etmeden güldürebilmek seni
Ekmek çalmadan doyurabilmek
Ve haksızlık etmeden doğan güneşe
Bütün aydınlıkları içine sezebilmek gibi
Mülteci isteklerim"

yok bugün, erteledim...

Ekim/2007

4 yorum:

Adsız dedi ki...

"Otomatiğe alınmış gibi devam eden hayatlar"
Üzerinde düşünülesi bir cümle bence.
Hayatımızda her gün farklı olaylar gerçekleştiği halde nedir ki bizi farkında olmadan otomatiğe bağlatan sebep? Cafeye sevdiğim birisi her geldiğinde “otomatikman” ayağa fırladığım halde, sevmediğim o kız gelince kafamı aksi yöne çevirmem, selamını yarım ağızla yanıtlamamda otomatik. En yakın arkadaşımın eşi uzun saçlarımı bağlamıştır otomatiğe mesela, beni her gördüğünde istisnasız ilk kelimesi “kestir artık şu saçlarını” olur. Sofrada saçım her önüme döküldüğünde bu sefer ablam verir aynı tepkiyi. Başka zaman değil sadece o zaman, sanki birisi bir düğmeye basmış gibi. Her Askerden yeni gelen mutlaka muhabbetin bir yerini askerliğe bağlar otomatikman. Sen “canım kuru fasulye çekti” dersin o “abi askerde bizim bir aşçı vardı” diye başlar. “Sus vuracam şimdi tokadı” dersin, “bizim bir Tokat’lı çavuş vardı” diye devam eder. (başımda var oradan biliyorum)
Uzun sözün kısası yapacak bir şey yok, “Su akar yatağını bulur” derler. Bizde bir şekilde bulmuşuz yatağımızı akıp gidiyoruz hayatın içinde nehir misali. Tek fark kimimiz bulanık akıyor kimimiz berrak, sakin sakin süzülür kimimiz “Yeşilırmak”tır. Kimimiz ise Çoruh misali akar delifişek. Sonuçta menzil belli değilmidir? Barajla önü kesilmeye çalışılsa bile bütün nehirler “otomatikman” denize akar. Tıpkı bizim akıp giden ömrümüz gibi (çok mu karamsar oldu ne? )

Parpali dedi ki...

Her akan nehrin sonu deniz, her insanın sonu ölüm. Önemli olan sona geldiğinde neyi, nasıl yaşadığımız değil midir? Hızla akıp geçen zaman içinde, yaşlanmaktan değilde, yaşayamadan yaşlanmaktan korkarım mesela. Evet, karamsar olmuş. Bende fazlaca olandan yabancı :)

Adsız dedi ki...

yazının volkan konaklı bölümüne geldiğimde aynen şöyle düşündüm' yahu bu kız volkan konak şöle volkan böle dedi dedi hadi şarkılarını dinliyo yahu adamın sözünden alıntıda yapıyo:) ama sonra açıklamayı okuyunca tülayın volkan hakkındaki düşüncelerinin aynı olduğunu anladım. zaten okumasamda değişmezdi ben orda kendi kendime espiri yapmıştım:)bu ara fazla bakamadım yazılarına kısa flim çekiyorum adı umut ilk izliyecekler arasında sende olacaksın merak ediyorum bakalım neler diyeceksin şimdilik hoşçakal ama şunu söylemeden geçemiyeceğim'yaşasın volkan kahrolsun patlamayan dağlar:)

Parpali dedi ki...

Kahretsin ki, birşeyi söylerken ya da anlatırken, verilecek karşılıkları da hesaba katmak gibi acaip takıntılarım var. :) Bu arada "Umut" güzel isim.