5 Eylül 2007 Çarşamba

Pazar(lık)...

"Bugün pazar,
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar."
...


Vapurdayım. Serin serin esiyor rüzgar. Kuşlar uçuşuyor, insanlar dolanıyor sahil boyu. Uzaktan bir gemi, üstümden çeşitli şekillere büründürdüğüm bulut kümeleri geçiyor. Hayat akıyor.
Ben kıyısında da dursam, içinde de olsam akıyor işte. Az ötemde telefonla konuşan sevgilisine öyle içten bakan bir adam var ki. Uzundur böyle bir bakış görmemişim, imrendim. Bir yanımda kucağındaki oğluna, babaanneye gidildiğinde uslu durursa istediğini yapacaklarını anlatan bir anne ve baba, bir yanımda kendini elindeki kitabına kaptırmış genç bir hanım var. Kapanan kapının ardındaki yolcuların, geç kalmalarına hayıflanan bakışları altında uzaklaşıyoruz iskeleden. Yanından geçtiğimiz mendirek, denizin ortasında olma isteği uyandırıyor insanda. Ayakların denize değerek oturmak mesela. Ne bu halin diye de sormak istiyorum kendime. Küçükken giymeyi sevmediğim giysileri, bilerek kirletip değişmeye gittiğimde bana sorulan şekliyle hemde. "Ne bu halin?"
Daha sabah barışmamış mıydım hayatla. İyi kötü herşey için mutluluk dolmuyor muydu içim? Neden tekrarlara düşüşüm, bu tarifsiz hüznüm. Neden her tökezleyişimde olumsuz diğer bütün etkenleri de toplamam başıma?
İzlediğim bir savaş filmi düştü aklıma. Karşı tarafın sınırlarında tek başına kurtulma mücadelesi veren bir adam, ardına takılmış onlarca askerden kaçmak için, çamur ve cesetlerle dolu bir çukurda kendini kamufle ediyordu. Ama görüntü tarif edemeyeceğim kadar berbat. İzlerken elini burnuna götürür insan kokuyu duyuyormuşçasına. Mecbursan yapıyorsun galiba. 3.bir alternatifin olmadığında insanüstü bir çaba sergileyebiliyorsun herhalde. Yani şimdi bu vapur batacak olsa, sen çaba sarfetmeyecek misin? Laff :)
Yasladım başımı, uzaklara bakıyorum. Gökyüzü bulutlu, deniz durgun. Çok güzel şehir şu İstanbul. Deniz ne güzel. Güzel olan kıymetini bilmem gereken ne çok şey var kimbilir. Nefes alabilmenin mesela, sağlıklı olabilmenin.
Ya çocukken daha kolaydı yaşamak ya da büyümenin kurallarını öğrenemedim ben. Ne güzel demiş Sunay Akın; "Büyüklerle ben yapamıyorum, çocuklarsa almıyor beni oyunlarına." diye. Öyle bir yerdeyim bende işte.
Şimdi yaşayacağım hangi olay, ders çalışmak için oturduğum masadan, komşu teyzenin yüzüklü parmağıyla kapıya vuruşunun sesini duyarak kalkmak kadar mutlu edebilir beni. Akabinde başlayan komşu muhabbeti esnasında, dışarı çıkmanın yolunu bulan çocuk kadar mutlu insan var mıdır şu dünyada? Hayatımın hiçbir döneminde cuma günlerini o kadar sevmiş miyimdir mesela?
Hep çocuk mu kalsaydık, hayatla pazarlık mı yapsaydık yoksa? Ayrıcalık yok, iltimas yok. Hatta hatta durmak yok. Yola devam :)

Eylül/2007

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Cesaret... ah o his... insanı derin kuyulara da gönderir gökyüzünün mavi derinliklerinede... en acımasız arkadaşlarını aldımı yanına ihtiras ve sinir gel gör o zaman başa geleni... pişmanlık gülümser pis pis, acı ise ağlar... bide yakın dostları vardır aşk ve sevgi bu üçlü yanyana geldimi ufukta mutluluk bekler... hani uzun süren ayrılıktan sonra seni gören dostun tebessümü gibi... yani öyle bişey ki cesaret varlığı yaşam en bilinmezinden yokluğu ise bitkisel yaşam en yeşilinden...